17 Mart 2009 Salı

Ülker Gurubu ile ilgili kısa bir bilgi, merak edenlere...

Kısacası Ülker 'ler musevi imiş anlaşılan
 
 
ÜLKER AİLESİ - ÜLKER KREDİ BANKASI

Sevgili dost Faruk Bildirici'nin Mesut Yılmaz'ın hayatını kaleme aldığı "Hanedan'ın Son Prensi" kitabını tanıtırken, Yılmaz Ailesi'nin gelinlerine dikkat çekmiştim. (bakınız Uğur İpekçi Habertürk sitesi arşivi), Mesut Yılmaz'ın babaannesi Kırım'lıydı.
Tesadüf: Yine bir aile öyküsünde, yine bir Kırım hikayesiyle karşılaştım.Ve yine "karışık bir soyadı" hikayesiyle. (Biliyorsunuz; Mesut Yılmaz'ın babası "Yılmaz", amcası ise "Akçal" soyadını almıştı.)
Tıpkı Yılmaz Ailesi gibi kafamda onlarca soru oluşturan bu aileyi de sizlere tanıtmak istiyorum. Adı:İslam'dı.
Çocuklarının biyorafisinden anlıyoruz ki, 20. yüzyılın başında Kırım'dan Türkiye'ye göçediyor.
Kırklareli'nin Kara Mehmet Köyü'nde Numanzadeler'in kızı Şakire ile evleniyor. 1911 yılında oğlu Asım dünyaya geliyor. Aile sonra tekrar Kırım'a dönüyor. İkinci çocukları Sabri 1920 yılında Kırım'da doğuyor.
Ara not: Klasik, resmi tarihin bize dayattığı bilgiler dışında (1792-1860-1864-1891-1902 gibi)Kırım göçleriyle ilgili ne biliyorsunuz? Örneğin, Kırımçaklar'ı (Kırım Yahudilerini) bilir misiniz?
Özet bilgi: Hazar devletinin yıkılmasından sonra Musevî Hazarların bir kısmı Kıpçaklar tarafından Rusya'nın içine sürüldü. Ruslara karışan bu Musevî Hazarlar, zorla Hristiyanlığı kabul ettiler. Ancak uzun süre gizlice Musevîliklerini sürdürdüler.
Sürgüne gönderilenlerin dışında kalan Hazar Yahudileri bir süre sonra kendileri için daha emin olarak gördükleri Kırım'a göçettiler. Kırım'da bu şekilde ortaya çıkan yeni cemaatin içinde Hazar asıllılar, Kıpçaklar, Kalizler vb. boylardan insanlar vardı. Ortaya çıkan bu yeni cemaat, karma bir cemaat olduğundan Hazar veya Kıpçak adı ile değil de bağlı bulundukları mezhep ismiyle anılmaya başlandılar.
Bilindiği üzere Hazarların kabul etmiş olduğu Yahudi mezhebinin adı Karaim idi. Dolayısı ile yeni ortaya çıkan bu topluluk, Karaim cemaati olarak anılmaya başlandı. Hazar lehçesi yerine Kıpçak lehçesi ile konuşuyorlardı. Fakat konuşulan dil tam bir Kıpçakça değildi,Hazarca kelimelerin de içinde bulunduğu, ama Kıpçakçanın hakim olduğu farklı bir Kıpçak lehçesi ki, buna dilciler Karaim Türkçesi ismini vermektedirler.
Bu mezhepte başlangıçta sadece İsrail kavminden insanlar vardı, ancak kısa sürede başka ırklardan insanlar bu mezhebe girmeye başladılar ve bu başka ırklardan insanlar giderek çoğunluğu sağladılar. Bir süre sonra İsrail kökenliler tamamen yok oldukları gibi, Türklerin dışındakiler de zamanla azınlığa düştüler. XIX. yüzyılın sonlarına doğru mezhep mensuplarının nerede ise tamamını Türklerden oluşturmaya başladı. Dolayısıyla kelime artık bir dini veya mezhebi ifade etmekten çok, bir Türk kavmini temsil etmeye başladı.
Yahudiliğin Karaim mezhebine mensup olan Türk cemaatine Karay deniyor. Zamanla Karaylar kırım'dan da ayrıldılar. Karayların bir kısmı direkt olarak İstanbul'a gelip yerleşirken, diğer bir kısmı Kırım'dan , önce Romanya'ya, oradan Edirne'ye ve oradan da İstanbul'a gelip yerleştiler. (Örnek: Refik Halit Karay)
Bu ufacık bilgiden sonra tekrar hikayemize dönelim:
İslam Bey, Kırım'dan Kırklaeli'ne geliyor. Sonra tekrar Kırım'a dönüyor. Neden döndüğü konusunda da ne yazık ki bilgimiz yok; ancak tarihsel sürece bakarak tahmin edebiliriz:
Elimizdeki tek bilgi; 26 Aralık 1912 tarihinde, Kırım'a bağımsızlık yolunun açan bir gelişmenin olması. Bu tarihte, Kırım Halk Cumhuriyeti'nin ilan edildi.
İslam Beyin ülkesinin bağımsızlık kazanmasıyla birlikte topraklarına döndüğünü düşünmemiz güçlü bir ihtimal.
Ancak. Kırım 1920'de Bolşevikler'in eline geçti. 1921'de Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Sovyet Birliği'ne katılma kararı verdi.
"Yahudi Tarihi" yazarı Yusuf Besalel, sosyalist devrimin ilk yıllarında Yahudi talebelerinin kendi dillerinde eğitim gördüğünü, Stalin döneminde ise Yahudilere baskıların arttığını yazmaktadır.
Ne tesadüftür ki o yıllarda İslam Bey Tekrar Türkiye'ye dönme kararını aldı.
Eşi Şakire, üç oğlu, Asım, Sabri ve ailenin en küçüğü -ve genç yaşta vefat eden- Hakkı. Ile birlikte, 1929 Ağustosunda İstanbul'a geldi. 21 Haziran 1934 tarihinde soyadı kanunu çıktığında, İslam Bey "Berksan" soyadını aldı. Ancak gelin görün ki, iki oğlu Asım ve Sabri nedense 1953 yılında "Berksan" soyadını bırakıp, soyadlarını "Ülker" olarak değiştirdiler.
(Mini not: Sabatayistler (Yahudi dönmeler) arasında Berksan soyadlı çok kişi var.)
Ve yine ne gariptir ki, Asım Ülker'in iki oğlu Selçuk ve Ömer Faruk "Berksan" soyadında ısrarlıdırlar ve soyadlarını bırakmazlar! Bu ailede bir "isim sorunu" vardır! İslam Beyin gerçek adından kuşku duymaktayım.
"Hikayeye" devam…
Baba İslam Berksan vefat edince ailenin bütün yükü Asım'ın omuzuna bindi. Sabri'nin okulunun bitimiyle birlikte iki kardeş 1944 yılında Ülker'i kurdular. Türkiye'de radyoya ilk reklamı veren kurum Ülker'dir. 1950'lili yıllarda, Türkiye'nin haberleri, hükümet bildirilerini merakla beklediği saat 19.00 ajansının hemen önünde Ülker reklamı yayınlanırdı: 'Önce güneş, hava su. Sonra bol gıda gelir, akşama babacığım unutma Ülker getir...'.
Ne diyelim, ticaret Ülker kardeşlerin "genlerinde" var!
Bu ailenin „öyküsü" mutlaka yazılmalıdır. Örneğin, „dinci" olarak bilinen Ülker Kardeşlerin önünü hep „LAİK" askeri darbeler açıyor:
Yıl 1960. Ülkede döviz sıkıntısı had safhada, hatta döviz yok. Askerler, Ülker'e 250 bin dolar döviz tahsis ediyor. Ülker Kardeşler, bu dövizlerle 2 makine alıyor ve fabrikaları kurmaya başlıyor.
12 Eylül 1980. Ülker, 24 Ocak kararlarıyla, ihracaata (Libya ve Kuveyt) yöneliyor; aldığı vergi iadeleriyle büyüyor.
Son 28 Şubat "laik darbe" de, Ülker önce "yasaklı şirketler" arasında gösteriliyor, sonra hemen affediliyor. Bu arada şirket talep patlaması yaşıyor!
Ülker kardeşlerin en belirgin bir özelliği de anti-komünist olmaları:
Asım ve Sabri Ülker kardeşlerin adı, şirketlerinden önce, soğuk savaş döneminde anti-komünizmin „kaleleri" Aydınlar Ocağı, İlim Yayma Cemiyeti gibi kuruluşlara yaptığı maddi yardımlarla duyuldu.
Ne ilginçtir, Sovyetler Birliği'nin „çatırdamaya başladığı" 1987 yılında Ülker kardeşler bölündü:
Asım Ülker çocuklarıyla birlikte "Kardeşler Şirketler Topluluğu"nu kurdu. Ancak -vardır mutlaka bir hikmeti -grup adını 1990 yılında "Kar Şirketler Tupluluğu" olarak değiştirdi.. Ailenin bu ad altında 23'ü yurt içinde 8'i yurt dışında olmak üzere 31 şirketi ile 1 vakfı vardı.
Uzatmak istemiyorum ama yazmadan geçemeyeceğim:
Soyadlarını değiştirmeyen Selçuk ve Ömer Faruk Berksan Kardeşler, bu şirketleri adına ve şirketlerini de birbirlerine kefil yaparak, bir çok bankadan kredi aldılar. Ödeyemediler. Benzerlerini yüzlerce kez gördüğümüz bir oyunu bu kez onlar „sahneye" koydular.
Mallarının bazılarını başkalarına devrettiler. Eşlerinden boşandılar.. Kalan mallar ise zaten finansal kiralama yoluyla alındığı için, haczi mümkün olmadığından, alacaklılara karşı işi bu şekilde kılıfına uydurdular.. Nihayet Asya Finans'ın kurulmasından bir kaç gün sonra, Kar Grubu'nun malları, Asya Finans'ın 800.000.000.000.TL.lık, (yani, yazıyla:sekizyüz milyar-liralık) alacağından dolayı haczettirildi. Asya Finans'ın haczinden sonra yasal işlemlere girişen alacaklı bankalar ise, karşılarında sadece lesanigli mallar ile söz konusu haczi gördüler. Yani hiç birşey yapamadılar.
Peki Asya Finans'ın 16 ortağı arasında Berksan Kardeşlerin olmasına ne dersiniz? Yeğenlerin durumu böyle de, amca Sabri Ülker farklı mı: 6 Haziran 2002 gazetelerden bir haber:
„İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri, Faisal Finans Kurumu'nun el değiştirerek ''Family Finans'' adını almasının ardından, bu kurumun faaliyetlerini mercek altına aldı. Müfettişlerin, Family Finans Kurumu Başkanı Sabri Ülker'in de aralarında bulunduğu 34 yönetim kurulu üyesi hakkında, ''cürüm işlemek için teşekkül oluşturma, dolandırıcılık, Bankalar Kanunu'na muhalefet etme ve sahtecilik'' suçlamasında bulundukları 20 Şubat 2002 tarihli raporu dikkate alan Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı, Ülker Gıda'nın sahibi Sabri Ülker ile oğlu Murat'ın da aralarında bulunduğu Family Finans Kurumu'nun yönetim kurulu üyeleri hakkında soruşturma başlattı."
Uzatmaya gerek yok. Sabri Ülker bugün Türkiye'nin sayılı zenginleri arasındadır. En çok nakit paranın Ülker Grubu'nda olduğu söyleniyor.
Spordan (Ülkerspor), staretejik araştırma merkezi (ASAM); din araştırmalarından (Diyanet Araştırma Merkezi), vakıflara, derneklere vb. maddi yardımı esirgemeyen Ülker Grubu, son yıllarda en büyük desteği AKP'ye verdiği biliniyor. Eh, bu kadar desteğin bir karşılığı da olmalı, değil mi? Oldu da: Sabri Ülker, bugünlerde Yapı Kredi Bankası'na taliptir. Aracı ise AKP Hükümeti'dir! Hayırlı olsun diyelim mi?
Sonuç: Sizi kandırıyorlar!
 


16 Mart 2009 Pazartesi

Izmir Izmir.. Bir baskadir benim memleketim

Ben Fatih Çekirge...
Karşıyaka'dan Pasaport'a kaç vapur eskittim bilmem...
Atilla İlhan'ın masasında Yaşar Aksoy'la kaç kahve tükettim hatırlamam…
Yeni Asır'ın gece vardiyasında Yılmaz'la telsizin başında kaç saat oturduk onu da bilmem...
Hatta çok yıllar önce Ertuğrul Özkök'le tokyoları giyip annesinin evinin önünden denize kaç saat baktık onu da hatırlamam...
Ama öyle bir İzmir yazmış ki kardeşim, bırak okumayı paragraf paragraf baksam, İzmir'den Türkiye'ye doğru her şeyi hatırlıyor insan...
İşte Yılmaz'ın İzmir yazısı:

İZMİR

Türkiye'den sıkıldığım zaman İzmir'e giderim ben.

Simite gevrek

deriz biz...

Çekirdeğe çiğdem.

Kordon elektrik

aleti değildir.

Kumru da kuş değildir

bizim için...

Yengen'i yeriz.

Sen sigorta dersin...

Biz asfalya deriz.

Uzatmayız...

Gidiyom geliyom deriz.

Domates dediğin, domat işte.

Evimiz isterse 800 metrekare olsun, balkonda otururuz. Hıdrellez filan gibi mazeretler uydurur, sabaha kadar sokaklarda içeriz. Bi oturuşta 60'ar 80'er midye yeriz, istifno severiz, cibez'e bayılırız; gece 3-4 gibi boyoz'a dalmazsak, kan şekerimiz düşer! Boş lafa karnımız toktur bu arada, tırışkadan teyyare gibi atasözlerimiz vardır...

*

Paraşüt kulesinden atlamayana kız vermezler; kızlarımızı da tavlayamazsın ha... Canı çekerse, o seni tavlar! Liseye giden kızının erkek arkadaşının olması kasmaz babaları; kendilerinin de kız arkadaşı vardı lisede... Bak iddia ediyorum, okey şampiyonası düzenlense, İzmirli kadınlar alır kupayı... Erkekleriyle kahveye giderler çünkü... Şaşırdın di mi? Al buna da şaşır, nargile içerler... Askılı giyerler, şortla gezerler, öküz gibi bakarsan, bi çakar, bi de duvardan yersin... Gönül Yazar'ız, Sezen Aksu'yuz; bir gül takıp da saçlarına, çıktı mı deprem sanırdın kantosuna, Karantinalı Despina'yız... Sensin Varoş! Biz tenekeli mahallede bile el ele gezeriz.

*

Erkeklerimiz de fena değildir hani... Detaya girmeyeyim, Ayhan Işık, Metin Oktay, Mustafa Denizli mesela, bi fikir verir sana... Ertuğrul Özkök'ün kırdığı cevizleri okuyoruz; eşi kafasına ütü atmış... Ayıptır söylemesi, Mahsun Kırmızıgül'le Alişan'ı ayırt edemeyiz biz.

*

Gülümseriz.

*

Enginarın başkentidir; İzmirlidir incir. Kazandibi hemşeri... 78 çeşit köftemiz olduğu için, McDonald's'ın bunalıma girdiği tek şehirdir... Zeytinyağı severiz, dünyanın en boktan durumuna bile düşsek, zeytinyağı gibi üste çıkmayı daha çok severiz... Sana ne birader, keyfimizin káhyasıyız, yazlıklara gitmek için 8 şeritli otoyol yaptık; Güzelbahçe, Seferihisar, Urla, Karaburun, Çeşme, öbür tarafta Dikili, Foça, çipurayız... Pak Bahadur'u özleriz... Durup dururken faytona bineriz, bi yere gitmeyiz aslında, öööle turlarız... Hava güzel, daralırız, okulu ekeriz. Mezun olduktan sonra öğretmeniyle kadeh tokuşturmayan öğrenciyi zor bulursun İzmir'de.

*

Siz sembol diyorsunuz ama, saat kaç diye Saat Kulesi'ne bakanı bulamazsın, altında buluşanlar bile zahmet edip kafasını kaldırmaz, birbirine sorar saati! Rahatızdır... Çocukları Kemeraltı'da kaybederiz, alışverişe devam ederiz, esnaftan biri bulup getirir, çıkışta Kemeraltı Karakolu'ndan alırız... Ağlayıp zırlamak bi yana, çoğu dondurmayı bitirmediği için ayrılmak istemez karakoldan, iyi mi... Aceleye gelemeyiz! Bir sene önceden duyurmaya başla, de ki, 22 Ağustos saat 20'de tiyatro başlıyor... 20.30'da geliriz... Sanatçılar da İzmirliyse, tiyatro zaten 21'de filan başlar... Uçak 6 saat rötar yapsın, istifimizi bozmayız, bizim için ekstra bira içme vesilesidir bu... Kuyruk olmaz, çünkü kuyruk varsa, İzmirli sıkılır, gider. Pratiktir... 201 sokağı bulduysan, yanındaki 202'dir. Tek tek isim vermeye üşeniriz.

*

35'imiz var.

35 buçuğumuz da var.

34 plaka gördük mü, kapışırız... Arkadan sirenleriyle isterse Cumhurbaşkanı gelsin, bana mı sordu, tarladan gitsin, makam arabasına yol vermeyiz.

*

Özetle, arızayız!

*

Erkek çocuklarına en çok "Efe" adı konulan şehirdir orası... Zeybek duyduğumuzda, içimiz cız eder, kalkar oynarız. Hasan Tahsin orada, Kubilay orada, Latife Hanım orada, Zübeyde Hanım bize emanet, bize... Mustafa Kemal de, ağlar kadınlarımız... Sokak sokak, bulvar bulvar, Milli Mücadele Müzesi'dir... İstanbul'daki gibi Birinci Ahmet Çeşmesi falan yoktur orada... Ankara'daki gibi Cinnah Caddesi, Arjantin Caddesi de bulamazsın pek... Recep Tayyip Erdoğan Kavşağı'nı teklif etmez hiç kimse.

*

Bakın, Tayyip Erdoğan dedim, aklıma geldi... Bugün İzmir'de miting yapacakmış Başbakan.

*

Kendisine ev sahibi olarak, Ayla Dikmen'in Kordon'da üstü açık otomobille gezerken söylediği ve Türkiye'nin anca yıllar sonra keşfettiği parçasını armağan ediyorum: "Ben söylerken gülmedin mi? Falımızda ayrılık var demedim mi? Anlamazdın, anlamazdın..."